varlığın dönüşümü

Mekanlar davranışlarının, düşünce akışlarının ve alışkanlıklarının üreticileridirler. Mekan bedene, beden bedenlere gebedir. Onların içinden geçerken ya da orada öylece dururken mekanlar belirsizleşirler, tıpkı bir hayalet gibi bedeninin içinden geçerken tekrar tekrar gebe kalırlar, hiç durmadan yer değiştirir, birleşir ve dağılırlar. Kendilerini oluşturan her bir parça bir diğeri üzerinde güç sahibidir. Birbirimizi içimizde taşırız. Varlığın dönüşümü hiç bitmeyen bir şiir gibi kulaklarımızda yankılanır. Konuşmadığımız sürece birbirimizi biliriz.

Bu yazıyı okuyabilen “gelişkin beyninle”, balta girmemiş bir orman arasan, üstüne üstelik orayı bulsan ve girip bir ağacın altına otursan. Sonra da kendi kendine şöyle fısıldasan; işte burdayım, birisi ya da birileri tarafından kurgulanmamış mekanda, yabandayım. Ağaç sana şöyle fısıldar; işte burdayım birisinin kurgularında hayallerindeyim. İşte burdayız, ağacın ve senin konuştuğunu kurguladığımız bu elektronik belgede. Bu belge ki beynimin kıvrımları, senin beyninin kıvrımları, bilmem kaç kilobaytlık bir alan, bilmem kaç santimetrekarelik bir kağıt ve bilmem nerede bir odanın içinde masanın üzerindeyiz. Labirent farenin neresindedir? Labirentin kapıları, geçiş noktaları, farenin gözleri, beyninin kıvrımları, kim kimin organıdır? Labirent bir deney hayvanıdır. Labirent gibi insanlık da bir deney hayvanıdır. Onun yediği besin, soluduğu hava ve hatta duyguları plastiktendir. Yaşadığı mekan illüzyona, illüzyon ahmaklığına sıkışmıştır. Yaşamın kendisine uzattığı eli tutmak için elini uzatır, sanki tutabilecekmiş gibi. Ellerinin kendisine ait olduğunu düşünür ve düşüncelerini de kendisi sanar. Kendisini de neler neler sanar kim bilir. Ekranlara bakar ekranların dışında bir kuytuluktan. Kendisi ve ekran arasındaki sınırdan bahseder durmadan, durmadan makineyi kapatabilme gücünün elinde olmasıyla övünür. Silahı ateşleyebilme gücü, taşı atabilme gücü. Bütün bunlar öylesine bilgi ile sarmalanır ki yapış yapış bir meyve çıkar ortaya ve bir lokma yediğinde bu meyveden, unutuverirsin kim olduğunu. Ne yersen o olduğunu. Şu koca evrende onbin nesneden herbirinin de birbirinin besini olduğunu unutursun.

Organ nakli, protezler, klonlama ile çağ atlıyor insanlık. İnsanlık, ilerledikçe ilerliyor insanlık. Kendi kendini nakil edebilen ve kendini çoğaltabilen akıllı organları seçme özgürlüğünüz var. Protezlerle destekleme sona erdi protezlerin desteklenmesi gerekiyor. Gittikçe özgürleşiyor insanlık özgürlüğünden. İşgal uluslararası bir durum olmaktan çıkmıştır. İşgal bir algı oyunu, yeniden haritalama oyunudur ve işgal edilmemiş hiçbir alan kalmamıştır. Bedenin ağızları sulandıran verimli bir coğrafyadır ve şu anki haliyle biyolojik bir pil, bir pelte, durmadan delik deşik edilen edilgin bir coğrafya. Kapısı ve penceresi olmayan bir ev. Orduların duvarlarını delerek ilerlediği sokaksız bir kent. Cesetlerini bile gömecek yeri olmayan topraksız bir makine dünya.

Usun işgalcinin ayaklarıdır. Onun geliştirebileceği özel ayakları var. Yakıtı yediğin içtiğin bu kapkara petrol. Ölüm korkun ve diğer bütün korkuların savaş alanındaki barutun ve cesetlerin kokusu, alanın zaptedilmesidir. Yaşama olan sevgin değil yaşamına olan sevginden dolayı yaşayamıyor olman ne kadar acı. Değişemiyor, planladığın şeylere değişiklik diyorsun. Dönüşemiyor modifiye oluyorsun. -mış gibi olan ile öyle olan arasındaki dehşetli uçurum artık yoktur. Çünkü öyle olanı görecek gözler artık -mış gibidir.

Kör etmekten başka kendi gözlerimi, dilimden başlayarak yemekten başka kendimi bir çarem kaldı mı? Nasıl unutabilirim bütün bedenimi çepeçevre saran bu insan sürüsünü? Nasıl atabilirim içimden; annemin sütüyle içime girmeye başlayan ve durmadan girmeye devam eden inancı? Nasıl kurtulurum “nasıl” sorusundan?

İnsan insanlığı yerle bir etmekten başka bir çaren var mı?